SEYYAHLAR / YÖN BUL(AMA)MA

Boğaz ayırıcı bir çizgi olarak bilinir – Avrupa’yı Asya’dan, batıyı doğudan ayıran bir sınır suyu. Böylelikle, seyyahların yönlerini

 bulmaya çalışmaları, hem uzaysal hem de kültürel bir kendini merkezleme jestidir, veya dünyevi bir sahnede coğrafi bir mecaz.

Yukarıdaki gökler? Kadim denizcilere göre bunlar en başta yüzey gezilerimizin ara noktalarıydı, yıldızlar da

ben-dünya-merkezciliğimizin sundurması.

 

İngilizcede Boğaz anlamına gelen “Bosphorus”un kökeni, Rumcada “öküz geçidi” anlamındaki Βόσπορος kelimesidir. Ovid ve

Aeschylus’a göre, mitolojik rahibe İo, tanrı Jüpiter tarafından bir öküze dönüştürülüp yıllarca gezindikten sonra buradan geçmiştir.

Saldırı, esaret ve işkenceden kaçacak yer arayan İo’nun çaresiz göç seyahatleri ve geçişi, bu dünyaya çok tanıdıktır.

Fakat İo’nun hikâyesi öteki dünyaya da ait, hatta astronomiktir.

 

İo ayrıca semavi bir varlıktır: Jüpiter gezegeninin etrafında döndüğünün Galile tarafından keşfedilmesiyle birlikte, dünyamızın

kameri refakatçisinden sonra tespit edilen ilk uydu olmuştur. İo’nun devinimleri devrimciydi: Dünya’nın evrenin merkezi olduğu

iddiasını çürütme yolunda kilit bir delil. Kopernik’in güneşmerkezli teorisini onaylayan İo’nun dünya-dışı varoluşu, kurgusal

ayrıcalığımızı astronomik bir boyutta tersine çevirdi ve yepyeni bir fizik anlayışının çıkmasına yardımcı oldu: Konum ve hareket

sabit değil, daima gözlemciye bağlı, görelidir. İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog’da (1632) bunu öne süren Galile,

kâfir olmaktan hüküm giymiş ve hayatının kalanını ev hapsinde geçirmeye mahkûm edilmişti; Galile’nin incelemesiyse

iki yüz yıl boyunca Kilise tarafından yasaklı kaldı. Pişman olduğunu beyan etmeye zorlandığı ifadesinde Galile’nin

“ama yine de hareket ediyor!” diye fısıldadığı söylenir. Dünya kendi başına daimi bir seyahattir.

 

Galile’nin Diyalog’u, kati konum saplantımızı yerinden oynatarak yönümüzü bul(ama)mamıza sebep oldu. İo sayesinde,

Boğaz’ın bir konum değil; uzay, zaman ve tarih yoluyla birçok dünya sistemini ilgilendiren ikiz dolanımların bir karşı-konumu

olduğunu görüyoruz. İo Boğaz’ı geçti, fakat artık uydu İo’yu geçen bir “Bosphorus Regio” da var. Kendisi bize dünyevi

bakış açımızı genişletmemiz için bir davette bulunuyor. Boğazın sularının derinliklerinden baktığımızda, gemilerle uzay

gemileri arasında bağlantı kurabiliriz. İstanbul’daki Rum Okulu’nun çatısı bizim gözlemevimiz.

 

SİNYAL / GÜRÜLTÜ

Baltık Galaksisi, Boğa Güneşi, Moskova Yıldızları, Estrella, Vega Seyyahı... Bunlar, her gün gezegenin ikinci en yoğun gemi

trafiğine sahip su yolu olan Boğaz’ı geçen 130 tekneden yalnızca birkaçının semavi namları. Fakat geçidin seyyahları arasında

şişe burunlu yunuslar (Tursiops truncatus), bayağı yunuslar (Delphinus delphis) ve bayağı musurlar (Phocoena phocoena) da var.

Deniz biyologları, bu yerli gezginlere trafiğin içinde yüzmek için verdikleri mücadeleye dayanarak Boğaz’ın “sokak çocukları”

adını veriyor. Şaklama ve cırlamalı ekolokatik dilleri, su boyunca titreşip daimi geçişteki gemilerin motor gürültüsü

içinde kayboluyor. Görmenin sesle olduğu sulu bir âlem olarak Boğaz kakofoniktir ve paylaşmak konusunda gitgide

daha isteksizleştiğimiz bir dünyanın yaratıkları için ahenksiz bir geçiştir.

 

NASA’nın Voyager 1 [Seyyah 1] sondası, İo’yu 1979’da geçti. Boşlukta uçan metal bir çanak olan Voyager 1, İo ile Jüpiter arasında

yerçekimi, manyetik alanlar ve plazma akımlarının birleşmesinden doğan elektrodinamik kargaşayı işitti – bunlar vasıtasıyla

volkanik İo, Jüpiter’in kutuplarında devasa yıldırım fırtınalarına sebep olur (mitik kabahatlerin meteorolojik intikamı). Voyager 1,

yüklü akımların uğuldayan çıtırtılarını dinledi, kendi metal gövdesi uzayda dalgalanan ve sondayı hem sinyal hem de geribildirim

aracı haline getiren elektromanyetik çalkantılar tarafından sarsıldı, tabii bütün bunlar usule uygun biçimde kendi sensörlerince

de kaydedildi. Gürültülü karanlıkta bir şeyi diğer her şeyden ayırt etmeye çalışan bir yunus ya da devamlı çalan bir zil gibi,

Voyager 1 yoluna devam ediyor. Artık o, şişe içinde bir pusula –güneş sistemimizden çıkmış ilk insan yapımı cisim– yanında

da beş saatlik sinyali olan “Dünyanın Sesleri” adında altın kaplama bir disk taşıyor: balina şarkısı, kıyıya vuran dalgalar,

Mozart’ın ve Chuck Berry’nin müziği.   

 

SİMBALİK (ZİLSEL) ŞEYLER

Karada, dinlemek için olduğu kadar kakofoni için de başka icatlar yapıyoruz. Karadeniz’in ağzındaki Riva Kumsalı’nda

bulunan kalıntı radar çanağı, ufuktaki tehditlerin kaçak gümbürtülerine ya da şifreli bipleme ve çınlamalarına kulak

kabartmış. Bunun yerine 13. yüzyılda Osmanlı mehter bölüğünün yaptığı üzere, geldiğinizden haberdar olunmasını

sağlamak da mümkün. Mehter alayları, özgün çınlamalarını zillere borçluydu: sonik parıltılı bronz disk-çanaklara.

Hem gönderici hem alıcı olan ziller, hareket halindeyken ses olarak mevcudiyetlerini sürdürür: boğaz boyunca

geliştirilmiş bir dalga yapma geleneği.

 

Evren-denizel bir rezonans gözlemevi olan Boğaz’ın doğal bir tarihi bu: İo’nun boğazın kendi suyuyla yapılmış suluboya çizimleri;

İstanbul’un yunus ve gemilerinin ekolojik akustikleriyle remikslenen, Voyager 1’in ters akıntıları. İşte semboller ve zillerle,

semiyotik imler ve göndermelerin yanı sıra saf, dolayımsız gürültüyle dolu bir oda. Fırsattan istifade hayatın curcunasını iki

misli hissedin ya da Sonsuz Yankılaşım’ın içinde yeni bir sinyal bulun. Sallayın, ıslık çalın, mırıldanın; her şey işitilmek istiyor.

 

PDF version